Türkçe’nin Sırları özeti?
-
Türkçe’nin Sırları özeti?
Sorum şu:
Türkçe’nin Sırları özeti?
-
Yazarımız Türkçenin Sırları kitabında dilimizi incelemiş ve güzelliklerini ortaya koymaya çalışmıştır. Kitap kırk üç bölümden meydana gelmiştir. Yazar bu bölümlerin hepsinde de dilimizi işlemiştir.
Kitabı okuduğumuzda ilk olarak dikkatimizi çeken konu dilimize girmiş yabancı kelimeler bahsidir. Arapça ve Farsçadan dilimize birçok kelime girmiştir. Fakat biz bu kelimeleri kendi kültürümüze mal etmişiz ve onlara çok farklı anlamlar yüklemişiz. Bu kelimeler bizim Öztürkçe kelimelerimiz kadar Türkçeleşmiştir.
Dil konusunda Atatürk’ün çok önemli çalışmaları vardır. Nihat Sami de bunlar üzerinde önemle durmuştur. Mustafa Kemal dilimize gereken önemin verilmesini istemiş ve bu konuda aydın ve öğretmenlerle sıkı ilişkilerde bulunmuştur. Türk Dil Kurumunu kurması da dilimize verdiği önemi görmemiz açısından önemlidir. Ayrıca O, dil inkılâbı gayesiyle ortaya atılan öz dil çıkmazını görmüş ve aydınlarımızı bu çıkmazdan kurtarmıştır. Güneş-Dil Teorisiyle insanımızı büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır. Bu çalışmalar o dönemde dilimize zarar vermiştir. Hatta çıkardığımız kelimelerin yerine yenilerini bulurken kendimizi komik durumlara da düşürmüşüz.
Yazar milletle dili ayrı görmenin büyük hata olduğunu önemle vurgulamıştır. Dil ve millet birdir. Türkçeyi sevmek ve anlamak için öncelikle Türk milletini sevmek; onun tarihsel gelişimini bilmek gerekir. Türk milletinin tarihte kurduğu medeniyetleri bilmek, Türk dilini bilmektir.
Türk dili medeniyet ve hâkimiyet götürdüğü yerlerin dillerinden derlenmiş kelimelerle zenginleşmiştir. İmparatorluk dilleri, milletlerin hâkim oldukları topraklardan vergi alır, mahsul toplar gibi kelime de alır. Hem bu alışın ölçüsü de yoktur. Kendilerine lazım olduğu kadar veya canları istediği kadar alabilirler. Kendi kültür, sanat ve iktidarlarını bu ülkelere yayar; dünyanın dört bucağında kendi hükümlerinin geçtiğini görüp bu hazzı yaşarlar. Yazarımız bunlara eskiden beri fethedilmiş diller dendiğini söylüyor.
Türk milleti tarafından fethedilmiş topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, aynı milletler tarafından fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi olmuştur.
Şair ve yazarlarımız da dilimizi öyle güzel işlemişlerdir ki adeta Türkçeyle bir musiki oluşturmuşlardır. Bu şairlerin başında Ali Şir Nevai ve Fuzuli gelmektedir. Bu isimler dilimize baharı yaşatmışlardır. Türkçe aşığı olan bu insanlar dilimizi ince ince işlemişlerdir. Nevai, Türkçenin bir fiil zenginliği, bir cinas zevki ve bir kafiye ananesi vardır ki bunlar, Türkçeyi şiir dili olacak kalkındırmaya yeter zenginlikler ve inceliklerdir, demiştir.
Fuzuli 16. Yüzyılda Leyla ve Mecnun’u yazarken eserini Türkçe kaleme almanın heyecanını yaşıyordu. Bu heyecan ve coşkuyla ortaya koyduğu esre de tabi ki Şarkın en güzel Leyla ve Mecnun’u olmuştur.
Nihat Sami şiirden bahsederken kelimelerle yapılan musikidir diyor. Evet, durum böyledir bizde. Divan Edebiyatında dönemin şairleri kelimeleri raks ettirmiştir. Fakat yazarımız daha çok Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in üzerinde durmak istiyor.
Tevfik Fikret bir dönem eline fırça alıp resim de yapmıştı. Fakat onun yaptığı en kuvvetli tablo kelimelerle yaptığıdır. Mehmet Akif ise Seyfi Baba isimli şiirinde bir fener ışığıyla İstanbul’un harap sokaklarını gözler önüne sermiştir. Ahmet Haşim’in birçok şiirinde kırmızı rengin saltanatına şahit oluyoruz.
Yahya Kemal’in Açık Deniz şiirinde köpükten dişleriyle, mağara oyukları veya ejder ağızları gibi açılmış korkunç siyah dalgalar sıralanır.
Görüldüğü gibi usta şair ve yazarlarımız kelimelerle musiki yapmakla kalmamış, onlarla mükemmel resimler de yapmışlardır.
Yazarımızın gördüğü bir başka sıkıntı da Türkçe öğretimi yapılırken öğrencilerin kurallara boğulmasıdır. Öğretmenlerimiz çoğu zaman Türkçeyi bir dil bilgisi kurallar yığını olarak öğrenciye anlatmaktadır. Bu da öğrencilerimizi sıkmakta ve onları dil becerilerinden uzaklaştırmaktadır. Bir dil için kurallar elbette ki vazgeçilmezdir. Fakat bu kuralları öğrencilere dilimizi sevdirerek vermek gerekmektedir. Türkçe kelimelerdeki şiirsellik, ahenk ve musiki hiçbir dilde yoktur. Türkçe öyle bir dildir ki insanları kendisine hayran bırakır. Bazen büyük kızları Canan ‘a uyumlu olsun diye küçük kızlarının ismini Nalan koydurur Türkçe. Bilmez ki aileler Nalan ağlayan, inleyen demektir. Anlamına bakmadan kendilerini Türkçenin etkisine bırakmışladır.
Yazarımız Fuzuli, Yunus Emre, Yahya Kemal gibi Türkçe’ye gönül vermiş insanlardan da bahsetmiştir. Onların dilimize kazandırdığı incelikleri bizlere göstermiştir.
Kitabın bir bölümünde gönül kelimesi üzerine bir yazısı vardır yazarımızın. Burada gönül kelimesinin ne zamandan beri dilimizde yer aldığını kısaca göstermiş ve onun en güzel anlamını Türkiye Türkçesinde bulduğunu söylemiştir. Bizler gönül kelimesine öyle güzel anlamlar yüklemişiz ki… Onu ince ince işleyerek, ona masal güzelliği katmışız. Gönülden, gönül almak, gönül vermek, gönül koymak, iki gönül bir olmak, gönül gözü açık olmak, gönlü açılmak, gönül eğlendirmek, gönlü kalmak, gönülden sevmek, gönül kırmak, gönlünü etmek gibi birçok güzellik oluşturmuşuz. Öyle ki kötü anlamı olan alçak sözüyle gönlü birleştirip, alçakgönüllü kelimesini ortaya koyup, faziletli bir anlam oluşturmuşuz.
Yazarımız Türkçemize sahip çıkılması konusunda bizleri uyarmaktadır. Çünkü dil, bizi biz yapan bütün unsurları bünyesinde barındırmaktadır.
Atatürk’ün dilimize verdiği önemden daha öncede bahsetmiştik. Fakat burada Atatürk’le küçük bir nükteden bahsedeceğim. Atatürk, Dil İnkılâbında çalışmak üzere Yahya Kemal’in çağırılmasını istemişti. Atatürk, Türkçeyi o kadar iyi kullanan bu büyük şairin dil davasında vazife almasını ısrarla istiyordu.
Yahya Kemal, bu teveccühe teşekkür etti ve:
-Lütfen Paşa Hazretleri’ne arz ediniz, dedi, benim yaşayan Türkçeye karşı bir vehmim vardır. Benim dilde ilmim yok, yalnız böyle bir vehmim vardır. Ben bu vehmimle baş başa kalmak istiyorum. Beni affetsinler.
Böylece bir müddet Mustafa Kemal Paşa emrinde, Yahya Kemal de vehminde ısrar ettiler. Neticede dil işlerine Yahya Kemal’in iltihakı mümkün olmadı.
Gel zaman, git zaman dilde Yahya Kemal haklı çıkıp da Atatürk, dâhiyane bir davranışla mutlak bir emirle uydurma Türkçeden tabii Türkçeye dönme işini yine aynı adamlara yaptırmaya başlayınca, o zamanın uydurmacıları, bugünkülerin Atatürk’e rağmen Türkçe değildir diye dilimizden atmaya yeltendikleri nice Türkçeleşmiş kelimenin, hem de halis Türkçe olduğunu ispat yolunda birbirleriyle cidden gülünç bir yarışmaya girdiler.
O günlerde Atatürk, yine bir meclis topladı. Mecliste Atatürk’ün çok yakınında yer verilen şaire, büyük kumandan, şiirlerinden birini okuması ricasında bulundu. Bunun sebebini hemen sezen Yahya Kemal, o mecliste Ses gibi Açık Deniz gibi yeni şiirleriyle birkaç gazelini okudu. Şiirleri büyük zevkle dinleyen Atatürk, meclistekilere:
-Beyler! İşte hakiki ve güzel Türkçe budur! Dedi ve aynı büyüklükte devam etti:
- Yahya Kemal Bey! Hatırlıyor musunuz? Sizi dil çalışmalarına davet ettiğim zaman, bana “ Benim dilde ilmim değil, sadece vehmim vardır, müsaade edin, ben bu vehmimle baş başa kalayım, demiştiniz. Şimdi hep birlikte anlıyoruz ki dil davasında siz haklı çıktınız.
Yahya Kemal, derhal, o kendine mahsus ve o büyük vücuttan beklenmeyecek bir incelikle doğruldu, eğildi ceketini düğmeledi ve:
-Paşam! dedi. Size karşı haklı çıkmak, çok tehlikeli değil mi?
Mustafa Kemal Paşa, bu sözdeki nükteyi ve bu sözdeki ince vehmi, tabii çok iyi anlamıştı:
-Hayır, asla! diye çok samimi konuştu. Çünkü bu aynı zamanda bizim millete ve tarihe karşı haklı çıkmamız demektir, sizin o zamanki vehminiz bizi bugün mesut ediyor.
Sonra yanındakilere döndü:
-Görüyorsunuz ya, Beyler, dedi, Yahya Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi mağlup etti!
Yazarımızın ele aldığı konular arasında en çok ilgimi çekenlerden biri de Fuzuli’nin duası olmuştur: ’ Farisi ile çok sayıda şiir söylenmesinin sebebi, Türk diliyle ince şiir söylemenin güç olmasındandır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yeneceğim! İlkbahar geldiği zaman, kuru dikenlerden nasıl gül yaprakları çıkmaya başlarsa; ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim!’
Fuzuli gerçekten Türkçenin değerini ve inceliklerini bilmiş ve harikulade eserler ortaya çıkarmıştır. Fuzuli Türkçe kelimelerin tadını en iyi çıkaranlardan birisidir. Bütün bu hizmetlerine rağmen Fuzuli günümüzde tanınmamaktadır. Fuzuli gibi büyük Türk şairlerinin Türk çocuklarına tanıtılmaması Tanzimat’tan beri yapılan büyük bir yanlıştır. Tanzimat döneminde Avrupai edebiyata tutunmak için Eski Türk Edebiyatını lekeleme politikası izlenmiştir. Her türlü ciddi tetkik, bilgi ve tenkit değerlerinden mahrum bu Tanzimat yıkıcılığı, bugün daha başka maksatlarla devam etmektedir.
Eski şiirimizde Yunus Emre’nin, Ali Şir Nevai’nin, Fuzuli’nin dili kullanma yönüyle ayrı bir yerleri vardır. Yunus Emre 13. yyda ilahi aşkı öylesine saf ve samimi bir dille anlatmıştır ki dönemin Türkçesine görülmemiş, duyulmamış bir ifade gücü katmıştır. Ali Şir Nevai 15. yyda Orta Asya Türkçesine musiki lisanı olma imkânı vermiştir. Fuzuli ise dikenli bahçelerde gül dermenin zevki ve şevki içinde Türkçeyi işlemiştir.20. yyda ise Yahya Kemal çıkmıştır sahnelere. Türkçenin büyük fırtınalar yaşadığı bir dönemde ortaya çıkmış ve dilimizi Türkçenin sesine, mimarisine ve ruhuna sadık kalarak onu yüceltmiştir. Şairimiz Türkçenin Türkiye topraklarındaki gelişim tarihini adım adım incelemiş ve takip etmiştir. Milletimizin asırlar boyunca dilimize verdiği güzelliklerin sırrını araştırmıştır. Türkçeye ses ve söyleyiş üstünlüğü katmaya çalışmış ve netice olarak ortaya Yahya Kemal Türkçesi çıkmıştır.
Dilimizde kelimeleri başka başka anlamlarda kullanma eskiden beri bir zevk haline gelmiştir. Bademin göz güzelliğinden, gülün gülüş güzelliğine kadar, meyve ve çiçeklerin bütün lezzeti biraz da adındadır. Lale, sümbül, yasemin, menekşe, zambak, nilüfer ve daha birçokları sadece birer çiçek değil dilde birer mecazdır. Gul kelimesi Farsçada çiçek demektir. Fakat biz ona Türkçede bir gül güzelliği ve inceliği katmışızdır. Dahası onunla güzel isimler oluşturup zarif Türk kadınlarına seslenmişiz. Güldalı, Güldane, Gülizar, Gülfidan, Ayşegül gibi.
Tarihin hiçbir devrinde çağdaş medeniyet dilleriyle kelime sayısı bakımından bir hizaya gelmemiş Türkçenin aradaki boşluğu doldurma dehası da böyledir: Her kelimeyi birçok güzel manalarla süslemek.
Son yıllarda şiddetle ziyan edilen hazinemiz: İstanbul Türkçesidir. Türklerin kurduğu en büyük medeniyet Osmanlı Medeniyetidir. Bu büyük medeniyetin merkezi de İstanbul’dur.
Her medeniyet dili, o medeniyete kültür merkezliği yapan şehirlerde işlenir. Bu nedenle dünyanın her yerinde her dilin en güzel konuşulduğu bir yer, bir bölge bir şehir vardır. Londra İngilizcesi, Berlin Almancası olduğu gibi İstanbul Türkçesi.
İstanbul Türkçesi, yalnız İstanbullular tarafından değil, imparatorluğun her tarafından gelen Türkler tarafından işlene işlene güzelleşmiş lisandır. O kadar ki bu dilin güzelleşmesi için, asırlarca bütün imparatorluk çalışmıştır. Bugünkü zihniyet ise işlenmemiş halk Türkçesini yaymak şeklindedir. Bunun yanlışlığını Yahya Kemal nükteli sözleriyle ifade etmiştir.
Yazarımız kitabının bir bölümünde ise dil savaşlarına yer vermiştir. O’na göre milli dil sevgisi, millet sevgisinin bölünmez parçasıdır. Millet dil sevgisi bütün manasıyla bir milli renk sevgisidir. Bu milletin rengi, onun tarihini dolduran sanat ve medeniyet maceralarının kültür hareketlerinin, iman ve mefkûre hamlelerinin; büyüme ve koruma savaşlarının bir bütünüdür. Başka milletlerle dil, kültür, medeniyet alış- verişlerinin hep birden oluşturduğu dildir.
Türk milletinin tarihinde vatan, millet, iman savaşları olduğu gibi dil savaşları da vardır. Milletimiz, asırlar boyunca onu parçalamaya çalışan devletlerle uğraşmıştır. Bu devletler bunu güçle başaramayınca dilimize yönelmişlerdir. Fakat milletimiz Türkçeyi bayrak gibi, vatan gibi korumuşlar ve bunda da muvaffak olmuşlardır. Türk Milleti tarihte milli dili ve milli karakteri koruma zaferini korumayı başaran birkaç medeniyetten birisidir. Bunda Osmanlı Hükümdar Ailesinin şuurlu Türkçecilik siyasetinin önemli bir yeri vardır. Günümüzde bütün dışarıdan ve içerden müdahalelere karşı büyük ve güzel bir milli dil yaşıyorsa bunu atalarımıza borçluyuz.
Son olarak, Yahya Kemal’in son elli yıldan beri Türkçeye tutumumuz hakkındaki acı hükmünden bahsetmek istiyorum. Şairimiz Türkçeye çektirilen sızıyı derinden hissetmiştir. O, lisan bahsi açılınca yine mi o bahis diyenlere kızar ve bunun vatan kadar önemli olduğunu söyler. Bizler dilimizi seviyoruzdur. Fakat ona gereken önemi verip onu koruyup kollamıyoruz. Sanıyoruz ki bu bahsi sadece dil meraklıları, edipler, öğretmenler konuşur ve sadece onlar ilgilenir. Şairimiz bunun ne büyük bir gaflet olduğundan bahsetmiştir. Millet hiçbir zaman birbirinin dilinden anlamayan, dahası birbirinin dilinden nefret eden bir nesil yetiştirme gafletinde bulunmamalıdır.
Türkiye’de uzun yıllar birçok aile ve gencimiz doğru yerine yanlış bilgilerle donandı. Türk Dili, Türk Tarihi, Türk Medeniyeti ve daha birçok konuda bizi birbirimize bağlayacak hususların öğretiminde yanlışlar yapıldı. Bunun sonucunda da yetişen yeni neslimiz atasını bilmez ve anlamaz duruma geldi. Bu da en çok yine bize zarar vermektedir.
Bizler bilinçli birer vatandaş olup, dilimizi düzgün ve doğru kullanmalıyız ki atalarımızın emanetine sahip çıkabilelim.
Benzer Konular
-
sorular forum içinde, yazan Gast
Cevap: 0
Son Mesaj: 17. 05. 2017, 23:41
-
sorular forum içinde, yazan Gast
Cevap: 0
Son Mesaj: 27. 02. 2014, 18:56
-
sorular forum içinde, yazan Gast
Cevap: 0
Son Mesaj: 04. 08. 2013, 17:54
-
sorular forum içinde, yazan Gast
Cevap: 0
Son Mesaj: 21. 07. 2013, 19:04
-
cevaplar forum içinde, yazan Gast
Cevap: 1
Son Mesaj: 06. 07. 2012, 11:47
Bu konuyu okuyan üyeler: 0
Şu anda listelemek için üye yok.